(İzmir-Buca 3 Mart 1946 – 31.05.1971 Maraş,
Nurhak)
Sevgili Arkadaşım Alpaslan Özdoğan
Bizim Goofy’imiz Alpaslan’la lisede
birlikteydik, ODTÜ’de de. Yan yana kaldığımız yurt odasından önce Filistin’e
sonra Nurhak’a akıp gitti.
Alpaslan'ı İzmir
Atatürk Lisesi yıllarımda tanıdım. Okula Buca'dan tren ile gider gelirdi.
Babası Halil amca bakkaldı. 1966'da ODTÜ'ye beraber girdik. II. Yurt 102 no’lu
12 kişilik odada 14 Atatürk Liseli hep birlikte üniversite hayatımıza başladık.
İpten kurtulmuş 14
İzmirli yurtların altını üstüne getiriyorduk. İlk kar yağdığında, bizler ilk
kar gördüğümüzde geceydi. Dışarı fırladık, yurdun önünde yarı çıplak vaziyette
futbol oynuyoruz. Pencerelerden, "İzmirliler, görmemişler, kesin gürültüyü
uyuyamıyoruz" tezahüratına ise hiç aldırmadık.
Goofy
ile Gümüldür'de kamp
Odamızda yastık
kavgaları, sulu tuzaklar, sulu şakalar, her türlü gırgır şamata, neşemize
keyfimize diyecek yoktu. Hazırlık okuluna, kafeteryaya, Ankara'ya sinemaya hep
beraber gider gelirdik. Alpaslan, sarı saçları, zayıflığı ve uzun boyuyla en
dikkat çekenimizdi.
Birbirlerimize
isimler takardık. Mustafa Yalçıner'e önceleri Ege ağzıyla Mustaendi (Mustafa
efendi) derdik, daha sonraları, Musta'yı atıp, sadece Endi demeye başladık,
hâlâ adı Endi'dir.
Alpaslan için
arkadaşlık çok önemliydi, hiçbir karşılık beklemeden her zaman güçsüz olanın
yanında alırdı. Başı dertte olana hemen koşardı. Hem bu yüzden hem de uzun boyu
nedeniyle bizim aramızda adı Goofy (Gufi) idi. Goofy, Walt Disney'in Miki
Fare'sinin en yakın arkadaşıdır, uzun boyludur ya, oradan geliyor.
Hazırlık bitti, yaz
tatilinde yine aynı ekip Gümüldür sahilinde, kamp kurduk. Endi'nin getirdiği
büyük çadırı kurduk, naylon torbalara ot doldurup yatak, bir traktör iç lastiğini
şişirip üstünü branda bezi ile kaplayıp bot yaptık. Botu akşamları yemek
masamız olmuştu. Bir de bisikletimiz vardı.
Yavrum
Goofy günde iki kez su taşırdı
Endi idame-i hayat
konusunda müthiş bilgiliydi, balık tutmanın her türlü usulünü biliyordu,
paragatlar hazırlayıp geceleri bırakırdık, ufak balık için ayrı, büyük balık
için ayrı usuller uygulardık.
Kampta su büyük olaydı. Bizim çadırın hemen
arkasındaki tepeye bisiklet yanında yürüye yürüye patikadan tırmanacaksın,
sonra da bisikletle çeşmeye kadar gideceksin. Yavrum Goofy, günde en az iki
kere bu işi yapardı.
Hem
okuyor, hem tartışıyoruz
Okul açıldı.
1967-1968 yılı, rektör Kemal Kurdaş dönemi, forumlar, boykotlar, çeşitli
siyasilerin konferansları derken kendimizi Öğrenci Birliği ve Sosyalist Fikir
Kulübü'nün (SFK) de olduğu barakalardaki sınıflarda eğitim çalışmalarında
bulduk.
Artık Muzaffer
Erdost'un Sol Yayınları'ndan çıkardığı kitaplarını hep beraber okuyup
tartışmaya başlamıştık.
Goofy
hep dinlerdi
Akşamları odada
herkes avaz avaz o gün neler oldu, kim ne yaptı, bire bin katıp anlatırken
Goofy bizi dinlerdi. Gırgır şamata Goofy gider yerine ketum, ciddi ağırbaşlı
biri gelirdi.
Halbuki, hepimiz biliyoruz ki o da her
eylemim içinde ve hatta orta yerinde ama katiyen o konularda gevezelik etmezdi.
Alpaslan'la
Mustafa ortalıkta yoklar
Mesela stadyumun
tribünlerine yazılan muhteşem DEVRİM yazısını Goofy ve arkadaşları yazmıştı.
Yazmıştı ama bize söylememişti, katıldığı hiçbir eylemden bize söz etmediği
gibi. Artık Goofy yok Alpaslan vardı. DEVRİM hâlâ stadyumda duruyor, silemediler.
1968-1969 dönemi
başladı, okul yine hareketli. ABD elçisi Robert Komer'in arabasının yakılması,
rektörlük işgali derken ikinci dönem başladı. Bizim Alpaslan ile Mustafa
ortalıkta yok.
Yerlerine
rapor aldık
İmtihanlar başladı,
zaten ikisi de "repeat" olmuş, yani aynı sınıfta ikinci yılı
okuyorlar, yine kalırlarsa okuldan atılacaklar. Ne yapalım derken, birimiz
Alpaslan'ın yerine, birimiz Mustafa'nın yerine doktora çıkıp rapor aldık, bari
gelince kurtarma hakkı alsınlar da, atılmasınlar diye.
Filistin'de
Meğerse onlar
çoktan Filistin'e gitmişlerdi. Daha sonra Filistin'de beraber olduğu
arkadaşlardan da öğrendim. Oradaki kişilik ve yetenekleri ile herkesin
takdirini ve saygısını kazanmış ve hatta Türkiye'den gidenler sadece eğitime
katıldıkları halde Alpaslan bizzat cephede savaşa katılmış ve üstün başarılar
göstermiş.
Benim hoşuma giden
bu ifadeler Alpaslan'ı anlatıyor; Alpaslan bu işte. Hamaset değil.
Filistin
dönüşü, bir akşam Güvenpark'ta
Ve dönüşlerinde,
Şubat 1970'te Diyarbakır yakınlarında tam teçhizatlı olarak yakalandılar.
Mustafa yakalananlar arasında yoktu.
Bir gün ya da iki
gün sonra, akşam Güvenpark'ın önünde ODTÜ otobüslerini beklerken, karanlıktan
Mustafa'nın sesi geliyor. Koştum, üst baş perişan. Bir arkadaşımla beraber,
üstüne bir şeyler vererek yurda getirdik.
Hem aranıyor hem de
dizanteri olmuş, bitkin. Hemen üstündekileri bir çukur kazıp içinde yaktık.
Ertesi gün, Mustafa'yı bulduğumuz bir doktora emanet ettik.
Alpaslan
Diyarbakır'da hapiste
Alpaslanlar
Diyarbakır'da hapisteler. Okul yine çok hareketli; rektörlükle sorunlar
yaşıyoruz, Öğrenci Birliği seçimlerine hazırlanıyoruz.
Okul tatile girip
yaz başlayınca biz geleceğin petrol mühendisleri bir grup Batman'a staja
gittik. Artık hafta sonları, Diyarbakır'dayız. Doğru hapishaneye gidiyor,
çocukları ziyaret ediyoruz.
Ziyaret dediğin hapishaneye sabah girmek,
akşama kadar arkadaşlarla, Alpaslan'la beraber olmak demek. Çıkınca da trene
binip Batman'a dönüyoruz. İki ay boyunca hemen hemen her hafta sonunu
böyle yaşadık. Yine Alpaslan kendinden bahsetmez, hep bana anlattırırdı.
Önce
odadan ayrıldılar, sonra radyoda haber
Yaz geçti, okul
başladı. Alpaslan'lar da tahliye oldular, yurda geldiler. Artık Alpaslan ve
Mustafa bizimle kalmıyordu; 1. Yurt 201 ve 202 no’lu odalarda Deniz'lerle
beraberdiler.
Bir süre sonra Emek
İş Bankası soygunu oldu. Onlar artık dağdaydı, THKO neferleriydi, ölüm onlar
için tozlu yoldu.
31 Mayıs günü
haberlerde, bağrımızı yakan acı haber ile yıkıldık. Alpaslan, Sinan, Kadir
ölmüş, Mustafa ağır yaralı olarak ele geçirilmişti.
Yıllar
sonra Nurhak'ta
Birkaç yıl önce,
İrfan Uçar ile birlikte Elbistan'da iken bir akşam, İrfan bana, "Gel bu
akşam seni bir yere götüreyim, güzel bir sütte tavuk yedireyim." dedi.
Elbistan'dan Nurhak'a gittik. Sarmaşık adlı bir lokantaya girdik, lokantacı
bizi sitayişle karşıladı. İrfan ile birbirlerine bir sarıldılar ki
görmelisiniz. Lokantanın duvarında, Sinan, Kadir, Alpaslan, Deniz, Yusuf
ve Hüseyin'in resimleri asılı.
Merakla sordum, aslında cevabı
kestirebiliyordum ama olsun bir de ondan duymak istedim. "Onlar bizim
canlarımız" dedi. Alpaslan "benim arkadaşım" dedim. "Onlar
geldiklerinde 15-16 yaşlarındaydım." dedi, ağlayarak bana sarıldı.
"Onları
koruyamadık, bu bizim içimizde ömür boyu yara olarak kalacak." derken
adeta benden özür diliyordu. Tüylerim diken dikendi, zira onların son
nefeslerini verdikleri yerde havayı soluyordum. Çok yakınımdaydılar.
Mezarı
başında
İzmir'de olduğum
her sene 31 Mayıs'ta Buca'daki mezarına giderim. Her sene artan bir ilginin
olduğunu söyleyebilirim. Bilhassa gençler ve bir tanesi var ki, Alpaslan'ın
yeğeni Caner, Alpaslan'ın elinden bayrağı almış, daha yükseklere taşıma gayreti
ve kararlılığıyla her sene anmaları en iyi şekilde organize ediyor.
Alpaslan
biraz daha eşit
Yitirdiklerimiz
hepsi birer yiğit devrimciydi. Gözümüzde hepsi aynı değerde ve hepsini aynı
sevgi ile bağrımıza basıyoruz. Hepsi eşit ama bana Alpaslan biraz daha eşit.
Yan yana kaldığımız yurt odasından akıp gitti.
Alpaslan 3 Mart
1946'da Buca'da doğmuştu. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı. Keşke ölmeseydi. (Hüseyin SÜNGER, 30 Mayıs 2009, Bianet)
***
Atilla
Keskin’in “Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler” kitabından:
“Sıra
neferi” diye bir şey varsa, o sendin, Alpaslan Özdoğan
"Oysa sana
kalsa bu geceyi bile bu evde geçirmeyip gece yarısı hemen yola çıkacaktık.
Dağdakilere kavuşmak için müthiş sabırsızdın. Yine konuşmuyorsun, konuşsan da
ağzından çıkan, sadece görevimize ilişkin birkaç küçük soru. Ayağında doğru
dürüst bir ayakkabı yok. Senin koca ayaklarına köyden uygun bir ayakkabı
bulmamız olanaksız. Yola çıkmadan önce senin aklına gelmiyor. Ben de deneyimli
olduğum halde, o kadar işin arasında sana bir bot uydurmayı akıl etmiyorum. Ben
kendi eşekliğime veryansın edip 'Ne yapabiliriz,' diye kıvrandıkça, sen;
"Boş ver, üzme canını, ben böyle de idare ederim," diyordun sadece.
Biliyor musun Alp?
Ne El-Feth Kampları'nda ne de Diyarbakır Cezaevi'nde ben senin bir tek kez özel
bir isteğin olduğuna tanık oldum. Çok sinirlenince bıyıklarını sıvazlamanın
dışında ağzından kötü bir söz duyduğumu bile anımsamıyorum.
Feth'de en çok seni
götürürlerdi gece devriyesine, (...) Hep seni anlatırlardı överek, sen ise
sorduğumuzda gülümserdin sadece.
(...) kardeşlerini
görünce; “Bunların kökleri herhalde Vikingler'e dayanıyordu.”' diye düşündüm.
Kız ve erkek kardeşlerin Diyarbakır Cezaevi'ne ziyaretimize geldiklerinde,
unutmam olası değil, onları gören tüm gariban mahkûmlar kelimenin tam anlamıyla
çarpılmışlardı. Sapsarı uzun saçlar, upuzun sırım gibi vücutlar, yemyeşil
gözler... Tertemiz giyimliydi, üçü de.
Gerçekten kimdin
sen, Alp? THKO eylemleri başladığında kim ne yapıyor bilmezdik. Sormazdık da.
Ara sıra ortalıktan kaybolurdun sadece. Çok sonraları öğrendim, senin önemli
tüm eylemlerde olduğunu. (...) Kimbilir ne çok sevdin, ne çok sevildin?
Katıldığın eylemleri hiç anlatmadığın gibi, aşklarını da anlatmadın. “Sıra
neferi” diye bir şey varsa, sen o tanıma tam uyandın." (Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler, 12 Mart Deniz, Yusuf,
Hüseyin, İdamlar, Tekin Yayınları, 2008, 7. basım, Atilla Keskin)
***
Bir haber:
Alpaslan
Özdoğan, kabri başında anıldı
12 Mart 1971 Muhtırası'na direndiği için öldürüldüğü
öne sürülen Alpaslan Özdoğan(25), İzmir'in Buca ilçesindeki kabri başında
anıldı.
Yaklaşık 30 kişilik grup adına konuşan 68'ler Vakfı İzmir Temsilcisi Abdülrahim Sercan, "Türkiye'deki bütün devrimcilerin, herkesin bir tek ortak düşmanı vardı. Bu da emperyalizm. Bizi birbirimize kırdırmak isteyen ülkemizi bölen tehlikelere atan, emperyalizme karşı hepimizin birlik olması lazım." dedi.
Sercan, 31 Mayıs 1971 günü Nurhak’ın İnekli köyü yakınlarında, Kürecik Amerikan Radar Üssü'nü basmak için yola çıkan Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga'nın, jandarma tarafından kuşatılarak öldürüldüğünü söyledi.
Yaklaşık 30 kişilik grup adına konuşan 68'ler Vakfı İzmir Temsilcisi Abdülrahim Sercan, "Türkiye'deki bütün devrimcilerin, herkesin bir tek ortak düşmanı vardı. Bu da emperyalizm. Bizi birbirimize kırdırmak isteyen ülkemizi bölen tehlikelere atan, emperyalizme karşı hepimizin birlik olması lazım." dedi.
Sercan, 31 Mayıs 1971 günü Nurhak’ın İnekli köyü yakınlarında, Kürecik Amerikan Radar Üssü'nü basmak için yola çıkan Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga'nın, jandarma tarafından kuşatılarak öldürüldüğünü söyledi.
***
kelepçemin karasına
bir ak güvercin
nazlı nazlı canım yiğit, süzüm süzüm canım oğul
gelip konardı
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım?
ya nasıl yadsıyayım ishaklı selvilerde ayışığını
ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
sen ne zaman büyüdün de
ne zaman kaptırdın gönlünü o nurhaklar'a?
sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
canım oğul, o kıraç toprakların yabangülü, yiğidim
sen ne zaman büyüdün de düştün yollara? (Hasan Hüseyin Korkmazgil)
nazlı nazlı canım yiğit, süzüm süzüm canım oğul
gelip konardı
ben bu yürek yarasını bir gece elbistan'da duymuştum
ekmek yedim, su içtim ben nasıl yadsıyayım?
ya nasıl yadsıyayım ishaklı selvilerde ayışığını
ya bu kanlı gömleği ben kime giydireyim?
sen ne zaman büyüdün de
ne zaman kaptırdın gönlünü o nurhaklar'a?
sen daha bebek bebek, sen daha baba baba
canım oğul, o kıraç toprakların yabangülü, yiğidim
sen ne zaman büyüdün de düştün yollara? (Hasan Hüseyin Korkmazgil)
Hazırlayan: Ali
TÜRKSEVEN
Kaynaklar:
Acılara
Yenilmeyen Gülümseyişler, 12 Mart Deniz, Yusuf, Hüseyin, İdamlar, Tekin
Yayınları, 2008, 7. basım, Atilla Keskin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder